SAHİLDEN TOPLADIĞIMIZ BİNLERCE DENİZ KABUĞUNU HALA SAKLIYORUZ

Aslıhan Hanım bir anne olarak kendinizi nasıl tanımlarsınız?

Ayy… Zor soru oldu bu! J Ben bilmem Yankım bilir!!! JHer anne gibi, elimden geldiğince iyi bir anne olmaya çalıştım tabi ben de. Nasıl bir anne olduğumu değil de, nasıl olmadığımı söyleyebilirim belki. Yankı’ya dair hiç hırslarım olmadı benim hayatta. Baskıyla değil sevgiyle yetişmesini, içinde yaşadığımız topluma uygun olmakla birlikte, kendi doğrularını bulmasını istedim hep. Her insanın bir duruşu olmalıydı hayatta ve buna yakışır yaşamalıydı. Öncelik her zaman ondaydı aslında. Biz her konuda birlikte karar verdik. Yankı’ya da sık sık söylerim bunu, onun kararlarına çok güvenirim ben, çocukluğundan beri. Yaşıtlarına göre her zaman daha ağır ve olgun bir çocuk olduğunu düşünmüşümdür hep. Hatta bazen benden bile! J Çocuk olmadı sanki o pek… Sevildiğini bildi Yankı, çok sevildiğini… İtalyan tipi bir aileyiz biz sanırım. Duygularımızı yoğun ve doya doya yaşayıp, yaşatmayı seviyoruz. Aşkla, sevgiyle büyüdü Yankı. O mutluysa ancak mutluydum, mutluyduk çünkü…

Çocuğunuzla nasıl bir gün geçirirsiniz?

Sakin ve huzurlu… Çok sessiz bizim evimiz. Son dönemde bireysel ilgi alanlarımız ile ortak keyif aldığımız şeyleri birleştirmeye çalışıyoruz artık.

Aslına bakarsanız insan hayatında annenin rolü -ailenin rolü diye de genellenebilir bu- küçük yaşlarda daha belirgin sanırım. Yankı geçtiğimiz ay 18 yaşını doldurdu. Beş-altı yaşlarında bol bol kitap okur resim yapardık birlikte. Çocukluğunda (sonradan çıkan şu Nerf su tabancaları dışında) Yankı’nın hiç tabancası, tüfeği olmadı mesela…  Sahilden topladığımız binlerce (abartmıyorum binlerce!) deniz kabuğunu hala saklıyoruz.

Çocuğun okula başlamasıyla birlikte bambaşka bir döneme giriliyor hayatta. Zamanın büyük çoğunluğu okulda geçmeye başlıyor. Dersler, antrenmanlar, hafta sonu programları vs. Birlikte geçirdiğiniz zaman azalırken, bununla ters orantılı olarak yaşa göre daha keyifli paylaşımlar artmaya başlıyor. Şu benim üniversitede derslerimde de arkadaşlarla tartıştığımız malum soru geldi hemen aklıma şimdi: Qualitative or Quantitative time? Çok mu yoksa kaliteli zaman mı sorusu yani. Benim bu tartışmalardan ve kendi tecrübelerimden çıkarımım şu oldu: küçük yaşlarda özellikle çocuğun ebeveynlerle mümkün olduğunca çok zaman geçirmeye ihtiyacı var. Ama ergenlik çağında eğilimler farklılaşmaya başlıyor. Aileden çok arkadaşlar önem kazanıyor o noktada. Ve birlikte geçirebildiğiniz bu kısıtlı zamanı mümkün olduğunca kaliteli, dolu dolu, keyifli geçirmeye çaba gösteriyorsunuz ister istemez.

İlkokul- ortaokul döneminde, yazın Datça’dayken bütün gün yüzerdik. Yankı sırtta, kelebekte Türkiye dereceleri olan çok başarılı bir yüzücüydü o yıllarda. Korkmadan kanoya biner karşı adaya geçerdik. Rüzgâr sörfü denedik. Tenis oynardık. Parasailing, flyfish gibi tehlikeli olabilecek maceralara da atılmadık değil o yıllarda. At binerdik baharda. Kışın her fırsat bulduğumuzda kayardık Uludağ’da. En büyük hayallerimden biri boyu boyuma geldiğinde Arjantin Tango öğrenmekti mesela. Kırmadı beni o da. Birlikte başladık biz Yankı’yla tangoya.

Annenizden aldığınız ve çocuğunuza hep hatırlattığınız en önemli öğüt ne olmuştur bugüne kadar?

Hiç kimse ya da hiç bir şey senden değerli değil! Sanırım Yankı’yla ortak cevabımız olurdu burada olsaydı şimdi. Bir de söz verme konusu var bizim aramızda. Laf ağızdan bir kez çıkar bizde. O yüzden ya tutulamayacak söz verilmez, ya da söylendiyse yapılır mutlaka!

Anne-çocuk olarak birlikte en çok ne yapmaktan hoşlanırsınız? 

E… o bir “birey” artık kendi deyimiyle. Yetişkin kocaman bir adam. Sınav hazırlıklarından arta kalan baş başa kalabildiğimiz zamanlarda ata sporumuzu yapıyoruz JJJ Roller değişti şimdi anlayacağınız. Kucaklarda gezen, hoplatılıp zıplatılan o değil artık! Bu kısacık birlikteliklerde susulup kelimelere dökülmeyen, boğazımızda boğum boğum düğümlenen duygu yoğunlukları var artık bizim için. Aşk yaşadığımız yavru kuşlar yuvadan uçmaya başlıyorlar bir bir çünkü…


Aldığınız ilk anneler günü hediyesi ne oldu? O an neler hissettiniz?

Yankım… Nisan’da doğdu Yankı. İlk, son ve dünyanın en güzel anneler günü hediyesi oldu bana.

Yankı’dan aldığım hediye olarak düşününce de ilk aklıma gelen elbette ki iki yıl önce Yankı’nın büyük uğraşlarla hazırladığı foto ralli tadındaki anneler günü hediyesiydi. Sabah uyandığımda yastığımda “Dünya’nın En İyi Annesi” sertifikasıyla bir gül buldum. Fakat sertifikanın üzerinde bunun yetmediğini, daha iyi bir şey olması gerektiğini söyleyen bir mektup vardı. Beni mutfağa yönlendiriyordu. Mutfak masasının üzerinde “Dünyanın En İyi Annesi” ödülü Oscar heykeli vardı. Ve yine uzun uzun yazılmış bir mektup. Balkona çıkmamı istiyordu bu kez. Kocaman bir buket kırmızı gülün altında bir yüzük ve bu defa çok daha özel bir mektup. Bu arada ağlayacağımı dahi bilip oraya yazmıştı. Hatta bunları yazarken kendisinin de gözyaşlarına engel olamadığını… Muhteşem bir hediyeydi!!! Ağladım evet… Çok ağladım… Hatta o mektupları ne zaman tekrar okusam yine ağlıyorum, yine ağlıyorum… Aldığım en güzel, unutulmaz hediyeydi benim için… Oğlumun beni anladığını hissettim o gün, doğru anladığını…

Her hediyede böyle ağlamamıştım tabi ama… Yankı’nın hiçbir zaman parayla pulla işi olmadı. Hala da yoktur. Yıllar önce, daha küçücükken bir anneler gününde onu AVM’ye götürmemi istedi. Doğruca bir kuyumcuya çekiştirdi beni. İçeri girdiğimizde şöyle bir göğsünü gererek gururla “Hadi bakalım, seç, beğen, hangisini istiyorsan alalım” demişti. Ayy çok gülmüştüm ona… Bir çift beyaz inci küpe almıştık o gün.

Çocuk yetiştirmenin keyifli ve zor yanları nelerdir?

Bıçak sırtı… Bazen sarf ettiğiniz minicik bir söz, takındığınız tavır, ses tonunuz, verilen bir karar, hatta bunu söyleme şekliniz bile öyle farklı etkiler yaratabiliyor ki. Kritik anlarda çok doğru manevra yapmayı gerektiren zorlu bir süreç olabiliyor. Hata kabul etmiyor hatta. Onun için iyi olacağına, doğru bir duruş sergileyip doğru bir karar verdiğinize inandığınız bir şeyin hiç umulmadık bir şekilde sonuçlandığını deneyimleyebiliyorsunuz. Kendi adıma terzi kendi söküğünü dikemiyor mu sahiden acaba dediğim anlar olmadı değil. Öğretmen olarak pek çok çocuğun, gencin hayatına dokunuyorsunuz da kendi canınıza gelince konu, kendi dediğini yapamayan imama dönebiliyorsunuz sanki! J Çok kolay değil.

Ama biyolojik anneliği asla tadamayacak olan babalara çok acırım ben. Annelik, bebek sahibi olacağınızı öğrendiğiniz anda başlayıp, son nefesinize kadar doludizgin yaşayacağınız çok kutsal bir aşk bence. Hiç hesapsız, koşulsuz, sonsuz… Dilerim Allah’tan, bu duyguyu gerçekten bu adanmışlık ve hissiyatla yaşayabilecek her kadına tattırsın. Cennet anaların ayakları altındadır sözünde -şimdi düşünüyorum da- belki de evlatlardan bahsediliyordur kim bilir. Evladı yanında olan her anne cennette gibidir zaten… Oğlumun kokusu cennet kokusu derim ben hep çünkü.

Anne olmadan önceki düşünceleriniz ile anne olduktan sonraki düşüncelerinizde neler değişti? Neler değişti hayata bakış açınızda?

Evrensel bir duygu bu. Bir çocuğunuz olduğunda dünyadaki tüm çocuklar sizin çocuğunuz oluyor sanki. Yankı doğduktan sonra uzun bir süre haberleri izleyemez oldum ben. En kalıcı etkisi bu oldu sanırım. Yüreğim kaldırmıyor çoğu zaman. Sahillere vuran bebek cesetleri, çocuk istismarları, dilendirilen, şiddete maruz kalan çocuklar, açlıktan ceset haline gelmiş, başında akbabaların sabırla ölmesini beklediği Afrika’daki çocuklar ve maalesef Türkiye’nin kaderi: şehitlerimiz… Bu tür olaylarda onların yerine koyuyorsunuz kendinizi ve onlar sizin oluveriyor bir anda. Çok can yakıyor. Annelik şefkat, merhamet demek, vicdan demek, kendinden bile çok değer vermek, sahip olmak kadar, ait olmak, ve adil… adanmışlık demek bana göre… Biz annemizden bunları gördük, belki ondan… Çocukların cıvıl cıvıl hahkahalar atamadığı bir dünyada öfke bürüyor insanın içini bu defa.

Değişmeyi öğretti bir de annelik bana. Daha önce ASLA! dediğiniz şeyleri canı gönülden yapar oluyorsunuz mesela. Kadın olmayı öğretiyor size annelik, her şeye yetmeyi… Ve sonunda GÜÇLÜ oluyorsunuz. Tarifsiz bir haz bu. Hepsinden daha önemli ve değerlisi SEVMEYİ öğreniyorsunuz koşulsuz, şartsız, beklentisizce bir insanın sevilebileceğini ve aynı şekilde SEVİLMEYİ, sevilebileceğini…

Anneliğe dair yaptığınız en doğru şey neydi?

Bence bu eşsiz ve tarif edilemeyecek sevgiyi Yankı’yla paylaşmaktı. Hep derim, iyi ki doya doya öptüm oğlumu, her sabah koklaya sarıla uyandırdım. İyi ki küçük yaşlarında sarmaş dolaş uyudum kaldım yanında. Canımdan can, kanımdan kan olduğunu hep bildi o.

Peki; anne olduğunuzda neler anladınız?

Annem haklıymış!!! (Üstelik her konuda!!! J)

Son olarak çocuğunuzla ilgili nasıl hayalleriniz var?

Dünyadaki tüm çocuklar ATATÜRK gibi olsa keşke…  Ütopik biliyorum. J  Ama keşke mümkün olsaydı… Elbette her anne çocuğunu iyi yerlerde görmek ister. Ancak, bir kez evladınızı kaybetme korkusunu yaşadığınızda o zaman anlıyorsunuz ki onun nefesi bile yeter! O yüzden tek hayalim, tek duam var benim, “onun” tüm hayalleri gerçek olsun ve bu hayaller de hakkında hayırlı olan olsun. ” Adam gibi adam”ım o benim, beyefendi oğlum, gururum, anneannesinin Ahmet Necdet Sezer’i o… Yolu açık, bahtı açık, her şey gönlünce olsun…